Teklif-i Mala Yutak: Bir Deyimin Derinlerine Yolculuk
Selam dostlar,
Bugün size uzun zamandır merak ettiğim ama çoğumuzun kulağından bir kez bile geçmiş olabileceği bir ifadeyi açmak istiyorum: “Teklif-i mala yutak.”
Bu deyim, kulağa hem Osmanlıca hem felsefi bir çağrışım yapıyor, değil mi? Ben de ilk duyduğumda “mala yutak” kısmına takıldım, çünkü sanki bir ağız dolusu lafı yutmak gibi bir anlam taşıyor. Oysa aslında çok daha derin, tarihî ve insanî bir hikâyesi var. Gelin, bu deyimi hem verilerle hem gerçek hayatla yoğurarak konuşalım; erkeklerin pratik, kadınların duygusal bakış açılarını da harmanlayarak, forumda hep birlikte düşünelim.
Köken: “Teklif-i Mala Yutak” Ne Demek?
“Teklif-i mala yutak”, Osmanlı döneminden kalan bir hukuk ve felsefe terimi. Arapça kökenli bu ifade kabaca “insanın gücünü aşan bir yükümlülüğü teklif etmek” anlamına gelir. Yani birine yapamayacağı bir şeyi yaptırmaya çalışmak.
Kuran-ı Kerim’de geçen “Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez” ayetiyle aynı düşünceyi taşır. Dolayısıyla bu deyim hem ahlaki hem hukuki bir prensibe dayanır: Kişinin kapasitesini aşan bir görev ya da sorumluluk teklif etmek, adaletsizdir.
Modern dille söylersek:
> Bir insandan, yapabileceğinin ötesini istemek – hem mantıksızdır hem vicdansız.
Verilerle Gerçek: İnsanların %68’i Kapasitesinin Üstünde Çalışıyor
2023 yılında yapılan Global Workplace Study verilerine göre, Türkiye’de çalışanların %68’i “üzerinde baskı hissediyor” ve %55’i “kendisine verilen sorumlulukların kapasitesini aştığını” söylüyor.
Yani “teklif-i mala yutak” sadece tarihî bir ifade değil, günümüz iş hayatının aynası.
Erkekler genelde bu durumla mücadele ederken “çözüm üretmeye” odaklanıyor. “Nasıl hallederiz?” “Neyi devredebiliriz?” gibi stratejik düşünceler ön planda.
Kadınlar ise bu tür aşırı yük durumlarında “topluluk desteği” ve “duygusal paylaşım” yoluna gidiyor. “Birlikte aşabilir miyiz?” “Kiminle dayanışabiliriz?” soruları öne çıkıyor.
İki yaklaşım da çok kıymetli; biri sistemsel, diğeri insani bir çözüm sunuyor.
Bir Ofis Hikâyesi: “Sen halledersin ya”
Bir tanıdığım, kurumsal bir şirkette proje yöneticisi olarak çalışıyor. Patronu her defasında yeni görevleri “Sen halledersin ya, sen yaparsın” diyerek yüklüyor. Başta bu cümle kulağa güven gibi geliyor — ama zamanla öfkeye ve tükenmişliğe dönüşüyor.
Bir gün arkadaşım şöyle dedi:
> “Beni güçlü biri olarak gördükleri için sürekli fazlasını yüklüyorlar. Bu artık iltifat değil, istismar.”
İşte “teklif-i mala yutak” tam da budur: birinin kapasitesini övme bahanesiyle ona yapamayacağı kadar çok iş yüklemek.
Veriler de bunu doğruluyor: Tükenmişlik sendromuna yakalanan çalışanların %72’si, “hayır” diyemedikleri görevlerin en büyük stres kaynağı olduğunu söylüyor.
Kadınların Perspektifi: Duygusal Emeğin Görünmez Yükü
Kadınlar, özellikle iş ve aile yaşamını birlikte yürütenler, bu deyimin en somut örneklerini yaşıyor.
Bir anne, çalışan, eş, arkadaş, evin duygusal merkezini taşıyan kişi olarak toplum ona sürekli görünmez görevler yüklüyor.
Kimse “yap” demiyor belki, ama beklenti orada:
– Çocuğun duygusal dengesi
– Evin düzeni
– Ailenin sosyal ilişkileri
Bunlar çoğu zaman “doğal görev” olarak görülüyor. Oysa bu da bir çeşit “teklif-i mala yutak” — yani görünmeyen, ama insanın ruhsal kapasitesini aşan yük.
Kadınların dayanışma biçimi burada devreye giriyor: empati, paylaşım, kolektif destek. Kadınlar birbirine “sen yalnız değilsin” diyerek bu haksız yükü hafifletiyor.
Erkeklerin Bakışı: Çözüm Odaklı Ama Sessiz Mücadele
Erkeklerde ise durum farklı bir biçimde yaşanıyor.
Toplum onlara “yapabilmelisin, halletmelisin, pes etmemelisin” mesajını veriyor. Bu da bir başka tür teklif-i mala yutak aslında — duygusal sınırları aşan bir güç beklentisi.
Bir baba, bir çalışan ya da bir lider olarak erkekler genellikle “yardım istememeyi” erdem sayıyor.
Oysa istatistikler, erkeklerin stres yönetiminde destek arama oranının kadınlara göre %40 daha düşük olduğunu gösteriyor.
Yani sistemsel olarak erkekler de “aşırı yük” altındalar ama sessizce taşıyorlar.
Toplumun Yansıması: Herkes Yutuyor, Kimse Söylemiyor
Bugün “teklif-i mala yutak” deyimini sadece birey değil, toplum da yaşıyor.
Ekonomik kriz, işsizlik, eğitim baskısı, sosyal medya beklentileri… Herkesin üzerinde görünmeyen bir “yutulmuş yük” var.
Bir toplum olarak birbirimize sürekli “sen yaparsın, sen güçlüsün” diyoruz ama kimse “zorlanıyor musun?” diye sormuyor.
Böylece hem bireysel hem kolektif olarak duygusal tıkanma yaşıyoruz.
Gerçek Dünyadan Örnek: Sağlık Çalışanlarının Aşırı Yükü
Pandemi döneminde yapılan araştırmalar gösteriyor ki, sağlık çalışanlarının %80’i, görev tanımlarının dışında işler yapmak zorunda kaldı.
Hemşireler, doktorlar, hasta bakıcılar… Birçoğu günlük 16 saate varan vardiyalarla, fiziksel kapasitenin ötesinde çalıştı.
Bu durum “teklif-i mala yutak”ın en somut örneğiydi. Çünkü ahlaki olarak kutsal görülen mesleklerde bireylerin sınır koyması bile toplumsal tepkiyle karşılaşıyor.
Yani bazen en erdemli davranış — “artık yapamıyorum” demek — en zor olandır.
Peki, Çözüm Nerede?
Erkeklerin çözümcü yaklaşımı burada işe yarayabilir: sınır koymayı bir “verimlilik stratejisi” olarak görmek.
Kadınların empatik yaklaşımı ise çözümü “dayanışma kültürü” içinde büyütmek.
Yani bir yandan yapısal önlemler (adil iş bölümü, açık iletişim, görev netliği) gerekirken, diğer yandan duygusal farkındalık (birbirine sormak, yükü paylaşmak) da şart.
Bu ikisi birleştiğinde, toplumsal ölçekte adaletli bir denge kurulabilir.
Forumdaşlara Açık Sorular – Hadi Tartışalım
– Sizce “teklif-i mala yutak” sadece bireysel mi, yoksa sistemsel bir sorun mu?
– Birine yardım etmekle, onu kapasitesinin ötesine zorlamak arasındaki farkı nasıl anlayabiliriz?
– Kadınların “duygusal emek” yüküyle erkeklerin “güçlü olma” yükü arasında bir denge kurulabilir mi?
– Toplum olarak “hayır” demeyi öğrenmek bir erdem midir, yoksa bencillik mi?
– Siz kendi hayatınızda “teklif-i mala yutak” durumuyla nasıl baş ettiniz?
Son Söz: Yutmak Değil, Söylemek Gerek
Bu deyim bize, insanın sınırlarını tanımanın hem ahlaki hem insani bir zorunluluk olduğunu hatırlatıyor.
Her “sen yaparsın” cümlesinin ardında belki de bir sessiz çığlık var.
Ve belki de artık yapmamız gereken şey, o çığlığı bastırmak değil, duymak.
Çünkü kimse, gerçekten kimse, gücünün ötesinde yaşamaya mecbur edilmemeli.
Selam dostlar,
Bugün size uzun zamandır merak ettiğim ama çoğumuzun kulağından bir kez bile geçmiş olabileceği bir ifadeyi açmak istiyorum: “Teklif-i mala yutak.”
Bu deyim, kulağa hem Osmanlıca hem felsefi bir çağrışım yapıyor, değil mi? Ben de ilk duyduğumda “mala yutak” kısmına takıldım, çünkü sanki bir ağız dolusu lafı yutmak gibi bir anlam taşıyor. Oysa aslında çok daha derin, tarihî ve insanî bir hikâyesi var. Gelin, bu deyimi hem verilerle hem gerçek hayatla yoğurarak konuşalım; erkeklerin pratik, kadınların duygusal bakış açılarını da harmanlayarak, forumda hep birlikte düşünelim.
Köken: “Teklif-i Mala Yutak” Ne Demek?
“Teklif-i mala yutak”, Osmanlı döneminden kalan bir hukuk ve felsefe terimi. Arapça kökenli bu ifade kabaca “insanın gücünü aşan bir yükümlülüğü teklif etmek” anlamına gelir. Yani birine yapamayacağı bir şeyi yaptırmaya çalışmak.
Kuran-ı Kerim’de geçen “Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez” ayetiyle aynı düşünceyi taşır. Dolayısıyla bu deyim hem ahlaki hem hukuki bir prensibe dayanır: Kişinin kapasitesini aşan bir görev ya da sorumluluk teklif etmek, adaletsizdir.
Modern dille söylersek:
> Bir insandan, yapabileceğinin ötesini istemek – hem mantıksızdır hem vicdansız.
Verilerle Gerçek: İnsanların %68’i Kapasitesinin Üstünde Çalışıyor
2023 yılında yapılan Global Workplace Study verilerine göre, Türkiye’de çalışanların %68’i “üzerinde baskı hissediyor” ve %55’i “kendisine verilen sorumlulukların kapasitesini aştığını” söylüyor.
Yani “teklif-i mala yutak” sadece tarihî bir ifade değil, günümüz iş hayatının aynası.
Erkekler genelde bu durumla mücadele ederken “çözüm üretmeye” odaklanıyor. “Nasıl hallederiz?” “Neyi devredebiliriz?” gibi stratejik düşünceler ön planda.
Kadınlar ise bu tür aşırı yük durumlarında “topluluk desteği” ve “duygusal paylaşım” yoluna gidiyor. “Birlikte aşabilir miyiz?” “Kiminle dayanışabiliriz?” soruları öne çıkıyor.
İki yaklaşım da çok kıymetli; biri sistemsel, diğeri insani bir çözüm sunuyor.
Bir Ofis Hikâyesi: “Sen halledersin ya”
Bir tanıdığım, kurumsal bir şirkette proje yöneticisi olarak çalışıyor. Patronu her defasında yeni görevleri “Sen halledersin ya, sen yaparsın” diyerek yüklüyor. Başta bu cümle kulağa güven gibi geliyor — ama zamanla öfkeye ve tükenmişliğe dönüşüyor.
Bir gün arkadaşım şöyle dedi:
> “Beni güçlü biri olarak gördükleri için sürekli fazlasını yüklüyorlar. Bu artık iltifat değil, istismar.”
İşte “teklif-i mala yutak” tam da budur: birinin kapasitesini övme bahanesiyle ona yapamayacağı kadar çok iş yüklemek.
Veriler de bunu doğruluyor: Tükenmişlik sendromuna yakalanan çalışanların %72’si, “hayır” diyemedikleri görevlerin en büyük stres kaynağı olduğunu söylüyor.
Kadınların Perspektifi: Duygusal Emeğin Görünmez Yükü
Kadınlar, özellikle iş ve aile yaşamını birlikte yürütenler, bu deyimin en somut örneklerini yaşıyor.
Bir anne, çalışan, eş, arkadaş, evin duygusal merkezini taşıyan kişi olarak toplum ona sürekli görünmez görevler yüklüyor.
Kimse “yap” demiyor belki, ama beklenti orada:
– Çocuğun duygusal dengesi
– Evin düzeni
– Ailenin sosyal ilişkileri
Bunlar çoğu zaman “doğal görev” olarak görülüyor. Oysa bu da bir çeşit “teklif-i mala yutak” — yani görünmeyen, ama insanın ruhsal kapasitesini aşan yük.
Kadınların dayanışma biçimi burada devreye giriyor: empati, paylaşım, kolektif destek. Kadınlar birbirine “sen yalnız değilsin” diyerek bu haksız yükü hafifletiyor.
Erkeklerin Bakışı: Çözüm Odaklı Ama Sessiz Mücadele
Erkeklerde ise durum farklı bir biçimde yaşanıyor.
Toplum onlara “yapabilmelisin, halletmelisin, pes etmemelisin” mesajını veriyor. Bu da bir başka tür teklif-i mala yutak aslında — duygusal sınırları aşan bir güç beklentisi.
Bir baba, bir çalışan ya da bir lider olarak erkekler genellikle “yardım istememeyi” erdem sayıyor.
Oysa istatistikler, erkeklerin stres yönetiminde destek arama oranının kadınlara göre %40 daha düşük olduğunu gösteriyor.
Yani sistemsel olarak erkekler de “aşırı yük” altındalar ama sessizce taşıyorlar.
Toplumun Yansıması: Herkes Yutuyor, Kimse Söylemiyor
Bugün “teklif-i mala yutak” deyimini sadece birey değil, toplum da yaşıyor.
Ekonomik kriz, işsizlik, eğitim baskısı, sosyal medya beklentileri… Herkesin üzerinde görünmeyen bir “yutulmuş yük” var.
Bir toplum olarak birbirimize sürekli “sen yaparsın, sen güçlüsün” diyoruz ama kimse “zorlanıyor musun?” diye sormuyor.
Böylece hem bireysel hem kolektif olarak duygusal tıkanma yaşıyoruz.
Gerçek Dünyadan Örnek: Sağlık Çalışanlarının Aşırı Yükü
Pandemi döneminde yapılan araştırmalar gösteriyor ki, sağlık çalışanlarının %80’i, görev tanımlarının dışında işler yapmak zorunda kaldı.
Hemşireler, doktorlar, hasta bakıcılar… Birçoğu günlük 16 saate varan vardiyalarla, fiziksel kapasitenin ötesinde çalıştı.
Bu durum “teklif-i mala yutak”ın en somut örneğiydi. Çünkü ahlaki olarak kutsal görülen mesleklerde bireylerin sınır koyması bile toplumsal tepkiyle karşılaşıyor.
Yani bazen en erdemli davranış — “artık yapamıyorum” demek — en zor olandır.
Peki, Çözüm Nerede?
Erkeklerin çözümcü yaklaşımı burada işe yarayabilir: sınır koymayı bir “verimlilik stratejisi” olarak görmek.
Kadınların empatik yaklaşımı ise çözümü “dayanışma kültürü” içinde büyütmek.
Yani bir yandan yapısal önlemler (adil iş bölümü, açık iletişim, görev netliği) gerekirken, diğer yandan duygusal farkındalık (birbirine sormak, yükü paylaşmak) da şart.
Bu ikisi birleştiğinde, toplumsal ölçekte adaletli bir denge kurulabilir.
Forumdaşlara Açık Sorular – Hadi Tartışalım
– Sizce “teklif-i mala yutak” sadece bireysel mi, yoksa sistemsel bir sorun mu?
– Birine yardım etmekle, onu kapasitesinin ötesine zorlamak arasındaki farkı nasıl anlayabiliriz?
– Kadınların “duygusal emek” yüküyle erkeklerin “güçlü olma” yükü arasında bir denge kurulabilir mi?
– Toplum olarak “hayır” demeyi öğrenmek bir erdem midir, yoksa bencillik mi?
– Siz kendi hayatınızda “teklif-i mala yutak” durumuyla nasıl baş ettiniz?
Son Söz: Yutmak Değil, Söylemek Gerek
Bu deyim bize, insanın sınırlarını tanımanın hem ahlaki hem insani bir zorunluluk olduğunu hatırlatıyor.
Her “sen yaparsın” cümlesinin ardında belki de bir sessiz çığlık var.
Ve belki de artık yapmamız gereken şey, o çığlığı bastırmak değil, duymak.
Çünkü kimse, gerçekten kimse, gücünün ötesinde yaşamaya mecbur edilmemeli.