Sinan
New member
“Do You?” Sorularına Nasıl Cevap Verilir? – Bir Hikâyenin İçinden Öğrenmek
Merhaba forumdaşlar,
Bu yazıyı yazarken elimde kahvem, penceremin önünde yağmurun tıkırtısı var. Bugün sizlerle bir dil kuralından çok daha fazlasını paylaşmak istiyorum. Çünkü bazen bir “Do you?” sorusu sadece bir cümle değildir — bir ilişki, bir duygu, hatta bir yüzleşmedir. İngilizce öğrenirken hepimiz bu sorularla karşılaşırız: Do you like me? Do you believe in love? Do you remember me?
Ama bazen bu soruların grameri değil, anlamı ağır gelir insana. İşte bu yazı, o anlamın hikâyesi.
---
Bir Dil Kursunda Başlayan Hikâye
Zehra, Konya’da küçük bir dil kursuna yazılmıştı. İngilizceyi hep sevmiş ama konuşmaya gelince sesi titremişti. “Do you” ile başlayan sorular onu garip biçimde tedirgin ediyordu. Çünkü o sorular hep bir samimiyet içeriyordu, birinin kalbine dokunuyordu sanki.
Bir gün kursa yeni bir öğrenci geldi: Mert. Sessiz, analitik, çözüm odaklı biriydi. İş hayatında stratejist olarak çalışıyordu ve İngilizceyi sadece toplantılar için öğrenmek istiyordu. Oysa Zehra’nın derdi bambaşkaydı — o İngilizceyle duygularını ifade etmek istiyordu, bazen Türkçede bile tam anlatamadıklarını.
İlk gün öğretmen sınıfa döndü ve tahtaya yazdı:
“Do you like coffee?”
Zehra’nın içinden geçti: Bu kadar basit bir soru nasıl bu kadar canlı olabilir?
Mert ise hemen elini kaldırdı.
“Evet,” dedi, “I do. Especially in the morning.”
O kadar net, o kadar düz bir cümleydi ki…
Zehra gülümsedi, ama kendi cevabını kuramadı. Çünkü onun için “kahve” bile bir duygu meselesiydi — annesinin sabah kahvaltısında yaptığı kokudan, eski sevgilisiyle içtiği acı kahveye kadar birçok anlamı vardı.
---
Erkek ve Kadın Zihinlerinin Dil Üzerindeki Dansı
Zamanla Zehra ve Mert, birlikte ödev yapmaya başladılar.
Mert dilin yapısını çözmeye çalışıyordu; “Do” yardımcı fiilinin mantığını, olumlu ve olumsuz cümle düzenini.
Zehra ise ses tonuna, vurgulara, duygulara odaklanıyordu.
Bir akşam birlikte çalışırken Mert defterine eğildi:
“Bak Zehra, ‘Do you love rain?’ cümlesinde ‘do’ sadece yardımcı fiil. Esas fiil ‘love.’ Bunu bilmek yeterli.”
Zehra başını kaldırdı.
“Belki senin için öyle… ama bana kalırsa ‘do’ kelimesi, karşındakinin iç dünyasına kapı açıyor. Biri bana ‘Do you love rain?’ diye sorarsa, sadece yağmurdan değil, hatıralardan da bahsediyor gibidir.”
Mert sustu. Çünkü ilk kez biri, dilbilgisini duygularla harmanlıyordu.
O ana kadar “do you” sorularını birer araç olarak görmüştü; Zehra sayesinde onları birer köprü gibi hissetmeye başladı.
---
Hikâyenin Dönüm Noktası: “Do You Miss Home?”
Bir hafta sonra öğretmen, herkesten kendi “Do you” sorusunu hazırlayıp sınıfta bir arkadaşına sormasını istedi.
Zehra elini kaldırdı ve Mert’e döndü:
“Do you miss home?” dedi yavaşça.
Mert bir an durdu. Bu sorunun gramerine değil, kalbine dokunmuştu. Çünkü Mert uzun süredir ailesinden uzaktaydı.
“Yeah,” dedi, “I do. Sometimes more than I admit.”
Sınıf sessizleşti.
Zehra’nın gözlerinde bir sıcaklık, Mert’in sesinde bir kırılganlık vardı.
İşte o an, “Do you?” sorularının sadece dil değil, duygu meselesi olduğunu herkes fark etti.
Bu cümleler, insanın kendini açtığı anlara benziyordu: kısa, basit ama içten.
---
Erkeklerin Stratejik, Kadınların Empatik Cevapları
Bir süre sonra ikili dil pratiği yaptıkça fark ettiler ki aynı sorulara bile çok farklı yaklaşıyorlardı.
Mert bir soruya her zaman doğrudan, net bir cevap veriyordu:
“Do you believe in destiny?”
— “Not really. I believe in planning.”
Zehra aynı soruya geldiğinde düşünerek cevap verirdi:
“Do you believe in destiny?”
— “Maybe… Sometimes life surprises us more than our plans do.”
Bu fark, sadece cinsiyetle açıklanamaz elbette, ama kadınların empatiyi, erkeklerin çözüm arayışını öncelediği bir denge yaratıyordu.
İkisi bir araya geldiğinde ortaya kusursuz bir diyalog doğuyordu — biri yapıyı kuruyor, diğeri o yapıya anlam katıyordu.
Tıpkı dilin kendisi gibi: mantıkla duygu yan yana.
---
“Do You Understand?” – Anlamanın Ötesi
Bir gün kursun son haftasında öğretmen sordu:
“Do you understand what we’ve learned so far?”
Herkes başını salladı.
Ama Zehra o sorunun altında başka bir anlam hissetti:
“Anlıyor musun? Yalnız kelimeleri değil, hayatı da?”
Mert o sırada defterine bir cümle yazıyordu:
“Do you understand me?”
Zehra fark etti. Gülümsedi, başını eğdi ve sessizce “I think I do” dedi.
Bu kısa diyalog, dersin sonunda sınıfın hafızasında kaldı.
Çünkü o gün herkes, “Do you?” sorularının aslında bir tür samimiyet deneyi olduğunu anladı.
Bazen birine “Do you care?” demek, “Benim için önemli misin?” demektir.
Ve bazen “I do” demek, sadece dilsel bir onay değil, bir itiraftır.
---
Hikâyenin Ardından: Bir Dil, Bir Kalp, Bir Öğrenme
Zehra kursu bitirdiğinde artık sadece İngilizce bilen biri değil, hislerini İngilizceyle de anlatabilen biriydi.
Mert işine geri döndü ama artık dil onun için bir strateji değil, bir iletişim alanıydı.
Bir gün Zehra’ya bir mesaj attı:
“Do you still practice English?”
Zehra cevap verdi:
“I do. Every time I remember you.”
Bu cevap hem dilbilgisel olarak doğruydu, hem de duygusal olarak tamamlayıcı.
Çünkü “do you” sorularına cevap verirken en önemlisi, kalbinizle söylemektir.
“I do” yalnızca “evet” demek değildir; bazen “ben de hissediyorum” anlamına gelir.
---
Forumdaşlara Sorular: Sizin “Do You?” Anınız Var mı?
— Hiç “Do you…” ile başlayan bir soruda sesiniz titredi mi?
— “I do” dediğinizde, sadece cevap mı verdiniz yoksa bir duygunuzu mu paylaştınız?
— Erkeklerin doğrudan, kadınların sezgisel yaklaşımları arasında siz hangi tarafa yakın hissediyorsunuz?
— İngilizce öğrenirken sizi en çok hangi soru düşündürdü: Do you care? Do you agree? Do you trust?
Belki de hepimizin içinde bir “Do you…” sorusu vardır, henüz sormaya cesaret edemediğimiz.
Ve belki cevap da basittir: I do.
Ama onu söylemek, bütün dilbilgilerinden daha büyük bir adımdır.
Merhaba forumdaşlar,
Bu yazıyı yazarken elimde kahvem, penceremin önünde yağmurun tıkırtısı var. Bugün sizlerle bir dil kuralından çok daha fazlasını paylaşmak istiyorum. Çünkü bazen bir “Do you?” sorusu sadece bir cümle değildir — bir ilişki, bir duygu, hatta bir yüzleşmedir. İngilizce öğrenirken hepimiz bu sorularla karşılaşırız: Do you like me? Do you believe in love? Do you remember me?
Ama bazen bu soruların grameri değil, anlamı ağır gelir insana. İşte bu yazı, o anlamın hikâyesi.
---
Bir Dil Kursunda Başlayan Hikâye
Zehra, Konya’da küçük bir dil kursuna yazılmıştı. İngilizceyi hep sevmiş ama konuşmaya gelince sesi titremişti. “Do you” ile başlayan sorular onu garip biçimde tedirgin ediyordu. Çünkü o sorular hep bir samimiyet içeriyordu, birinin kalbine dokunuyordu sanki.
Bir gün kursa yeni bir öğrenci geldi: Mert. Sessiz, analitik, çözüm odaklı biriydi. İş hayatında stratejist olarak çalışıyordu ve İngilizceyi sadece toplantılar için öğrenmek istiyordu. Oysa Zehra’nın derdi bambaşkaydı — o İngilizceyle duygularını ifade etmek istiyordu, bazen Türkçede bile tam anlatamadıklarını.
İlk gün öğretmen sınıfa döndü ve tahtaya yazdı:
“Do you like coffee?”
Zehra’nın içinden geçti: Bu kadar basit bir soru nasıl bu kadar canlı olabilir?
Mert ise hemen elini kaldırdı.
“Evet,” dedi, “I do. Especially in the morning.”
O kadar net, o kadar düz bir cümleydi ki…
Zehra gülümsedi, ama kendi cevabını kuramadı. Çünkü onun için “kahve” bile bir duygu meselesiydi — annesinin sabah kahvaltısında yaptığı kokudan, eski sevgilisiyle içtiği acı kahveye kadar birçok anlamı vardı.
---
Erkek ve Kadın Zihinlerinin Dil Üzerindeki Dansı
Zamanla Zehra ve Mert, birlikte ödev yapmaya başladılar.
Mert dilin yapısını çözmeye çalışıyordu; “Do” yardımcı fiilinin mantığını, olumlu ve olumsuz cümle düzenini.
Zehra ise ses tonuna, vurgulara, duygulara odaklanıyordu.
Bir akşam birlikte çalışırken Mert defterine eğildi:
“Bak Zehra, ‘Do you love rain?’ cümlesinde ‘do’ sadece yardımcı fiil. Esas fiil ‘love.’ Bunu bilmek yeterli.”
Zehra başını kaldırdı.
“Belki senin için öyle… ama bana kalırsa ‘do’ kelimesi, karşındakinin iç dünyasına kapı açıyor. Biri bana ‘Do you love rain?’ diye sorarsa, sadece yağmurdan değil, hatıralardan da bahsediyor gibidir.”
Mert sustu. Çünkü ilk kez biri, dilbilgisini duygularla harmanlıyordu.
O ana kadar “do you” sorularını birer araç olarak görmüştü; Zehra sayesinde onları birer köprü gibi hissetmeye başladı.
---
Hikâyenin Dönüm Noktası: “Do You Miss Home?”
Bir hafta sonra öğretmen, herkesten kendi “Do you” sorusunu hazırlayıp sınıfta bir arkadaşına sormasını istedi.
Zehra elini kaldırdı ve Mert’e döndü:
“Do you miss home?” dedi yavaşça.
Mert bir an durdu. Bu sorunun gramerine değil, kalbine dokunmuştu. Çünkü Mert uzun süredir ailesinden uzaktaydı.
“Yeah,” dedi, “I do. Sometimes more than I admit.”
Sınıf sessizleşti.
Zehra’nın gözlerinde bir sıcaklık, Mert’in sesinde bir kırılganlık vardı.
İşte o an, “Do you?” sorularının sadece dil değil, duygu meselesi olduğunu herkes fark etti.
Bu cümleler, insanın kendini açtığı anlara benziyordu: kısa, basit ama içten.
---
Erkeklerin Stratejik, Kadınların Empatik Cevapları
Bir süre sonra ikili dil pratiği yaptıkça fark ettiler ki aynı sorulara bile çok farklı yaklaşıyorlardı.
Mert bir soruya her zaman doğrudan, net bir cevap veriyordu:
“Do you believe in destiny?”
— “Not really. I believe in planning.”
Zehra aynı soruya geldiğinde düşünerek cevap verirdi:
“Do you believe in destiny?”
— “Maybe… Sometimes life surprises us more than our plans do.”
Bu fark, sadece cinsiyetle açıklanamaz elbette, ama kadınların empatiyi, erkeklerin çözüm arayışını öncelediği bir denge yaratıyordu.
İkisi bir araya geldiğinde ortaya kusursuz bir diyalog doğuyordu — biri yapıyı kuruyor, diğeri o yapıya anlam katıyordu.
Tıpkı dilin kendisi gibi: mantıkla duygu yan yana.
---
“Do You Understand?” – Anlamanın Ötesi
Bir gün kursun son haftasında öğretmen sordu:
“Do you understand what we’ve learned so far?”
Herkes başını salladı.
Ama Zehra o sorunun altında başka bir anlam hissetti:
“Anlıyor musun? Yalnız kelimeleri değil, hayatı da?”
Mert o sırada defterine bir cümle yazıyordu:
“Do you understand me?”
Zehra fark etti. Gülümsedi, başını eğdi ve sessizce “I think I do” dedi.
Bu kısa diyalog, dersin sonunda sınıfın hafızasında kaldı.
Çünkü o gün herkes, “Do you?” sorularının aslında bir tür samimiyet deneyi olduğunu anladı.
Bazen birine “Do you care?” demek, “Benim için önemli misin?” demektir.
Ve bazen “I do” demek, sadece dilsel bir onay değil, bir itiraftır.
---
Hikâyenin Ardından: Bir Dil, Bir Kalp, Bir Öğrenme
Zehra kursu bitirdiğinde artık sadece İngilizce bilen biri değil, hislerini İngilizceyle de anlatabilen biriydi.
Mert işine geri döndü ama artık dil onun için bir strateji değil, bir iletişim alanıydı.
Bir gün Zehra’ya bir mesaj attı:
“Do you still practice English?”
Zehra cevap verdi:
“I do. Every time I remember you.”
Bu cevap hem dilbilgisel olarak doğruydu, hem de duygusal olarak tamamlayıcı.
Çünkü “do you” sorularına cevap verirken en önemlisi, kalbinizle söylemektir.
“I do” yalnızca “evet” demek değildir; bazen “ben de hissediyorum” anlamına gelir.
---
Forumdaşlara Sorular: Sizin “Do You?” Anınız Var mı?
— Hiç “Do you…” ile başlayan bir soruda sesiniz titredi mi?
— “I do” dediğinizde, sadece cevap mı verdiniz yoksa bir duygunuzu mu paylaştınız?
— Erkeklerin doğrudan, kadınların sezgisel yaklaşımları arasında siz hangi tarafa yakın hissediyorsunuz?
— İngilizce öğrenirken sizi en çok hangi soru düşündürdü: Do you care? Do you agree? Do you trust?
Belki de hepimizin içinde bir “Do you…” sorusu vardır, henüz sormaya cesaret edemediğimiz.
Ve belki cevap da basittir: I do.
Ama onu söylemek, bütün dilbilgilerinden daha büyük bir adımdır.